Link: Sanat tarihimizi yaşatan hekim: Süheyl Ünver
Prof. Dr. Semavi Eyice
Minyatürlerde görülen figürlerin gerçek portrelerinin büyütülerek elde edilebileceğine ilişkin Süheyl Ünver'in deneyini de anımsamamak gerekir.
14 Şubat 1986'da aramızdan ayrılan Süheyl Ünver, esasen bir hekim olmakla birlikte, geleneksel sanatlar alanında verdiği eserler ve Türk sanat tarihi üzerine yazdığı yüzlerce makalesiyle tarihimizin güzide âlimlerinden biridir.
Ahmed Süheyl, 17 Şubat 1898'de İstanbul'un Haseki semtinde doğdu. Babası Mustafa Enver Bey, aslen Bulgaristan'ın Tırnova şehrindendi ve Sultan II. Abdülhamid döneminde Posta ve Telgraf Nezareti Muhabere Müdürü olarak görev yapmıştı. Annesi Safiye Rukiye Hanım ise 19. yüzyılın ünlü hattatı Mehmed Şevki Efendi'nin kızıydı. Genç Süheyl, İstanbul'un bu kültürel açıdan zengin ve tarihi semtinde büyüdü. Soyadı Kanunu çıktıktan sonra, babasının soyadı olan "Enver"in değiştirilmiş hali olan "Ünver" soyadını aldı.
Yüksek öğrenimini Tıp Fakültesi'nde tamamladı ve 1915'te, I. Dünya Savaşı sırasında diplomasını aldı. Hekimlik eğitimi almış olmasına rağmen, küçük yaşlardan itibaren hat sanatına büyük ilgi duydu ve becerilerini geliştirmek için dönemin önde gelen ustalarından ders aldı. Hattat icazetini ise 1923'te Bayezid'de kurulan Medresetü'l-Hattâtîn'den (daha sonra İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi) aldı.
Çizime de meraklı olan Ünver, aynı yıllarda Üsküdarlı Hoca Ali Rıza Bey ile tanıştı. Ali Rıza Bey, eski İstanbul'un özelliklerini ve mimari hazinelerini mükemmel bir şekilde koruyan kömür eskizleriyle tanınıyordu. Ünver, hocasının etkisi altında birçok çizim yapmış olsa da, itiraf etmek gerekir ki, hocasının kömür konusundaki ustalığına hiçbir zaman ulaşamadı.
Geleneksel Türk sanatlarıyla uğraşırken ve tasavvuf çevreleriyle bağlarını sürdürürken, hekimlik mesleğini hiç bırakmadı. Türk tıbbının önde gelen isimlerinden Prof. Akil Muhtar'ın (1878-1949) yardımıyla ihtisas yapmak üzere Fransa'ya gitti ve Paris'teki Pitié-Salpêtrière Hastanesi'nde Marcel Labbe'nin asistanı olarak çalıştı.
Paris'te tıp bilgisini geliştirirken, boş zamanlarını müzelerde ve Bibliothèque Nationale'de Türk sanatını araştırarak geçirdi. Paris'te 1929'a kadar kaldıktan sonra İstanbul'a döndü ve 1930'da İstanbul Dârülfünunu'ndaki (şimdiki İstanbul Üniversitesi) Tıp Fakültesi'nde çalışmaya başladı. 1933 Üniversite Reformu'nun ardından Tıp Tarihi ve Deontoloji (hekimlerin hastalara psikolojik olarak nasıl yaklaşmaları gerektiğini öğreten disiplin) alanlarında öğretim görevlisi oldu.
Minyatür ve Tezhip (Tezhip)
Ünver, İstanbul Üniversitesi'nde çalışırken İstanbul tarihi ve Türk kültürü hakkında irili ufaklı çeşitli çalışmalar da yayınladı. Kurucusu olduğu enstitünün yayın organı olarak, Türk tıp tarihi, hastaneler ve önemli hekimler hakkında makalelerin yer aldığı Türk Tıp Tarihi Arşivi adlı bir dergi çıkardı. Dergi 22 sayı yayımlandı.
Deontoloji derslerinin yanı sıra, Tıp Tarihi Enstitüsü'nün birinci katında bir müze de kurdu. Bu müzede bir arşiv, birçok eski hekimin portresi ve alandaki çalışmalarının kopyaları yer alıyordu.
Yorulmak bilmeyen çabaları sonucunda Ünver, sonunda Ordinaryüs (en yüksek rütbeli profesör) unvanına layık görüldü, ancak bu unvanın resmen onaylanması epey zaman aldı. Onaylandıktan sonra, kendisine iyi dileklerini iletenlere leylek desenli, basılı ve resimli bir desen göndererek teşekkür etti.
Topkapı Sarayı Müdürü Tahsin Öz ile yakın bir dostluğu vardı. Öz, sarayda ona bir oda bile ayırmıştı. Ünver, her Salı, geleneksel sanatlara ilgi duyan ve çoğunluğu genç kızlardan oluşan öğrencilere tezhip dersi verirdi.
Tezhip öğrenmek, uygulamalı çalışmanın yanı sıra boya hazırlama ve altın varak sürme gibi teknik inceliklere de hakim olmayı gerektiriyordu. Ünver'in ısrarlı çabaları sayesinde, neredeyse yok olmaya yüz tutmuş Türk tezhip sanatı biraz daha uzun süre varlığını sürdürmeyi başardı.
Sanatsal Vizyon ve Miras
Ünver'in minyatürlerdeki figürleri büyüterek gerçekçi portreler oluşturma deneyini unutmamak gerekir.
Osmanlı dönemi Türk resim sanatını da araştırmış ve bulgularını kitaplaştırmıştır. Örneğin, minyatür ustası Levnî ve eserleri büyük ölçüde Ünver'in çalışmaları sayesinde tanınmıştır.
Ünver'in bir diğer tutkusu da ziyaret ettiği yerlerin dikkat çekici özelliklerini özenle düzenlenmiş defterlere kaydetmekti. Bu defterler, çerçeveli sayfalarında notlar, çizimler, diyagramlar, bazen fotoğraflar ve hatta biletler veya şeker ambalajları gibi geçici eşyalar bulunan el yazmaları gibiydi.
Sanatıyla İstanbul'un kaybolan tarihi dokusunu korumaya derinden bağlıydı. 18 yaşından ölümüne kadar çizim yapmayı hiç bırakmadı. Bir keresinde Beyazıt Meydanı'ndan bir kartpostalın arkasına şöyle yazmıştı:
"Dedemin zamanındaki bu yerlerin atmosferini, en azından çizimlerle de olsa, geri getirmek faydalı olmaz mı?"